Gagete.com Röportaj: Rana Beri ”Anda Kalmamıza Engel Olan Kendimiz Değiliz, Zihnimiz”
Gagete.com, 2020
Rana Beri: Hayatın akmak için bizim katılımımıza ihtiyacı yok
“İnsana, hayata ve gerçeğe ânın merceğinden bakmak” için kitaplar yazdığını dile getiren yazar ve yaşam koçu Rana Beri ile İlişkilerde Anda Kalmak üzerine konuştuk…
Anda Kalmak ve İlişkilerde Anda Kalmak adını verdiği iki kitap yazan Rana Beri, hayatın bize değil, ona katılmak için bizim ona ihtiyaç duyduğumuzu söylüyor. Yaşanan felaketler gündemdeyken en çok bu zamanlarda anda kalmanın gerekliliğine dikkat çekiyor. Kendisine ilişkilerimizi yönetmek, anda kalmak ve bunu doğru yapabilmek üzerine sorular sorduk. Uzun soluklu röportajımız boyunca aldığımız yanıtlar, bizi bugün hayata bağlayacak ipuçları.
Keyifli okumalar…
Röportaj: Ada Aras
YAZARLIĞI VE DE OKURLARIMLA İLİŞKİDE OLMAYI ÇOK SEVDİM BEN
– Rana Hanım merhaba! Bize biraz kendinizden, yaptıklarınızdan bahseder misiniz? Sizi daha yakından tanımak isteriz.
Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim Bölümü’nü bitirdim. Uzun yıllar boyunca uluslararası toplantılarda konferans tercümanlığı yaptım ve aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak dersler verdim. Tercümanlık mesleğini her zaman severek yaptım. Birbirini dil engelinden dolayı anlayamayan insanları ve grupları birbiriyle yakınlaştırmak bana kendimi her zaman yararlı hissettirdi.
– Koçluk yapmaya nasıl karar verdiniz?
Zaman içerisinde kendi özel yeteneklerimle, “ben” olarak insanlara dokunacağım bir iş istedim. Küçük yaşlardan beri insanları dinlemeyi severdim. Sanırım bundan bu kadar keyif almamın sebebi, ben onları dinlerken, onların uzun uzun kendilerinden bahsetmeleri ve konuştukça, kendileri isteklerini ve güçlü yanlarını farketmeleriydi. İşte bu fark etme anı bende de bir sevinç yaratıyordu. Yaşamımın bu yeni döneminde, hayatta artık bu şekilde var olmak istiyordum. O yıllarda koçluk oldukça yeni bir meslekti. Bu mesleğin yapmak istediğim şey olduğunu fark ettim.
– Sonra da eğitim aldınız…
Evet, uluslararası platformlarda saygın bir kurum olan Uluslararası Koçluk Federasyonu ile temasa geçtim. Türkiye’de kendilerinin akredite ettiği okulları öğrendim. Arka arkaya her biri birer yılı kapsayan eğitimleriyle, önce Gestalt sonra da Erickson koçluk okullarını bitirdim. Son 10 yıldır birey ve gruplarla koç olarak çalışıyorum.
– Peki, yazmak sizin hayatınızda nasıl başladı?
Her zaman yazmakla aram iyi olmuştu. Çocukluğumdan itibaren hatıra defteri, şiir defteri gibi farklı defterlerim vardı. Bu defterler benim aynı zamanda sırdaşım gibiydi. Duygularımı yazmak beni rahatlatır ve de kendimi daha iyi anlamama imkan verirdi. Tercümanlık yıllarımda çalışma hayatından dolayı yazıdan uzak kaldım. Ancak koçlukla birlikte özellikle insan psikolojisi, varoluş insan ilişkileri üzerine çok okumaya de bu okuduklarımın bende yarattığı farkındalıkları not almaya başladım. Farklı konularda farklı defterlere yazmaya başladım. Halen de yeni yeni farklı renkte defterler, yazma maceramın ayrılmaz eşlikçileridir.
– Bu yol da yazarlığa kadar vardı, değil mi?
Hayatı bir yandan yaşarken bir yandan da farkındalıklarımı yazıya döküyordum zaten bu defterlere. Bu yazdıklarımı daha çok insan okusun istedim. Hayatta özellikle bana yarayan ve iyi gelen farkındalıklarımı diğer insanlara ulaştırmak istedim. Bunlardan bir tanesi “Anda Kalmak” konusuydu. İşte yazarlık yolculuğum 2018 yılında “Anda Kalmak”la başladı. bunu 2018 yılında yazdığım “İlişkilerde Anda Kalmak” izledi. Yazarlığı ve de okurlarımla ilişkide olmayı çok sevdim ben. Hayatımın geri kalanında onlarla yeni kitaplarım vasıtasıyla hayatı paylaşmaya devam etmek isterim.
MESELE DÜŞÜNMEMEK DEĞİL, DÜŞÜNCELERİN SADECE BİRER DÜŞÜNCE OLDUĞUNU FARK ETMEK
– Rana Hanım, bu kitapları neden yazıyorsunuz? Amacınız nedir?
İnsana, hayata ve gerçeğe ânın merceğinden bakmak. O mercekten bakmayı öğrendiğinizde şu ânın içinde kötü bir şeyin barınamadığını fark ediyorsunuz. İnsanı, kendinizi, hayatı ve gerçeği çarpıtmaktan vazgeçiyorsunuz. Yaşamın anbeanlık ritmini yakalayıp “gerçekten” yaşamaya başlıyorsunuz. Anda Kalmak adlı birinci kitabımda bunu yazmıştım.. Anda kalmanın pasif ya da sınırlı bir eylem olmadığının altını çizmiştim. O hâlde, anda kalmaya niyet edenler bunu hayatın her alanına kesintisiz bir biçimde nasıl uygulayacaktı? Şimdiye kadarki kişisel gelişim kitaplarının çoğunda bu konu genel tanımlamalarla veriliyordu. Örnek ve uygulama yönünden genel bir eksiklik, sınırlılık, tıkanma, sanki elini taşın altına sokmaktan kaçınma, hatta çekiniklik vardı. Teorinin dört dörtlük tamamlandığı, artık klasikleşmiş kitaplarda bile bir iki örnek verildikten sonra okur, uygulama konusunda tek başına bırakılıyordu. Bu da teorinin uzun vadede yaşayamamasına neden oluyordu. Okurun adeta hevesi kursağında kalıyordu. Anda kalmak, herkesin üzerine bir şeyler söylediği, ama tam olarak ne olduğu bir türlü anlaşılamayan soyut bir kavram olmaya devam ediyordu. Ben işte anda kalmak kavramıyla ilgili bu belirsizliği ve çekinikliği kırmak istedim.. Teori kadar, uygulama kısmında da okurun anbean yanında olmaya niyetlendim. İlk kitabımda bu kavramı hepimiz için netleştirmeye ve sadeleştirmeye çalıştım.
– Peki ya İlişkilerde Anda Kalmak?
“İlişkilerde Anda Kalmak”ta ise amacım konuyu daha da da somutlaştırmak ve hayatın içine sokmaktı. Somutlaştırmak için hikâye sanatından yararlandım. Anda kalmaya niyet eden herkese, bunu hayatın her alanında ve tüm ilişkilerinde nasıl gerçekleştirebileceğine dair adım adım ilerleyen somut ve özgün örnekler sundum.
– “İlişkilerde Anda Kalmak”, kitabınız en başta adıyla çekiyor kendine. Sanırım insan olarak en büyük derdimiz bu. Kitap boyunca anlatıyorsunuz elbet, ama peki ilk kural nedir?
İletişimin en temel kuralı iki kişilik olmasıdır. Fakat iki kişinin cismani olarak bir arada olmaları bu temel kuralın gerçekleşmesine yetmez. Örneğin kişi karşınızdadır, ama aklı başka yerdedir, sizi gerçekten dinlemiyordur. Ya da siz gerçeği değil de, zihninizdekileri söylüyorsunuzdur, yani aslında konuşmuyorsunuzdur. O halde iletişimin temel kuralını değiştirmenin vakti gelmiş demektir: İletişim iki kişiliktir evet, ama ancak anda kalındığında mümkündür. Zihnimiz varsayımlar ve endişelerle dolu olduğunda andan koparız gerçekliğimizi düşüncelerimiz yönetmeye başlar, ama unutmamak gerekir ki karşımızdakinin hiçbir zaman aklını okuyamayız. Şöyle itirazlar gelebilir: “Aklımızdan hiç mi bir şey geçirmeyeceğiz? Mümkün mü bu?” Buradaki mesele düşünmemek değil, düşüncelerin sadece birer düşünce olduğunu fark etmek. Bunun farkındalığını geliştirip içselleştirmek.
HAYATIN AKMAK İÇİN BİZİM KATILIMIMIZA İHTİYACI YOK
– Bizi hayatta tutan biri ağ olarak tanımlıyorsunuz ilişkileri. Anda kalmamıza engel olan en başta kendimiz miyiz? Ya da engel ne?
Anda kalmamıza engel olan kendimiz değiliz, zihnimiz. Düşüncelerimizin ve zihinsel filtrelerimizin hepsini gerçek sanmamız. Duyguların geçiciliğini gözden kaçırmaımız. Anda değil de, zihnimizde var olanın içinde yaşamamız ve bunu gerçek hayat ya da yaşamanın kendisi sanmamız. Hayatın kendine ait bir akışı var. Bizlerse ancak bir şeyler yaparak, ileriye doğru hareket ederek o akışı sağladığımızı sanıyoruz. Oysa hayatın akmak için bizim katılımımıza ihtiyacı yok. Biz bir şey yapmadığımızda, hareketsiz durduğumuzda da akıyor. Üstelik biz bir şey yapmadığımızda, eylemsiz kaldığımızda o akışta daha çok durmaya başlıyoruz.
– Nasıl oluyor bu?
Çünkü küreklere asılarak o akışı hızlandırma yetimiz olmadığı gibi, yaşamayı bir şeyler yapmak saydığımızda çoğunlukla kürekleri tersine çekiyoruz. Hem yapmaya çalıştığımız şey olmuyor hem de kendiliğinden olacak olan bir türlü doğup olgunlaşamıyor. O hâlde bazen tek yapabileceğimiz şey durmak. Ama akışta durmak. Ve hayatın olmasına, akmasına izin vermek. Onun akışına bu yolla katılmak.
– Böyle bir kitap yazmış bir yazar ve yaşam koçu olarak siz anda kalmayı her zaman başarabiliyor musunuz?
Anda kalmak sürekli bir iyilik hali gibi algılandığında kesintisizliği konusunda kuşku uyanabiliyor. Halbuki üzüntünüzü, acınızı, kıstırılmışlığınızı hakkıyla yaşayabilmek de anda kalmaktır. Anda kalmanın sürekliliği farkındalıkla ilişkilidir, yani gerçeği neyse o olarak yaşamaktır. Hatta anda olmadığınızı fark edebilmek bile anda kalmaya başlamaktır. Bir de özellikle vurgulamak istediğim sey şu: “Hep anda kalcağız ve anda kalmadığımızda başarısısızız” diye bir şey kesinlikle yok. Zaten yaşam, “andan düşmek”, bunu farketmek ve sakince “tekrar ana dahil olmak ve anda kalmak ” arasındaki bir danstır.
– “Anda Kalmak” başlığını pek çok açıdan irdelemişsiniz; aileden doktor hasta iletişimine kadar. En çok hangi iletişim şeklinde zorlanıyoruz. Bu konuda bir gözleminiz var mı?
Sanırım en çok kendimizle ilişkimizde zorlanıyoruz. Anda kalamadığımızda kendimizle ve gerçekle mesafemiz açılıyor. Sonra bu mesafe zincirleme biçimde başkalarıyla da aramıza giriyor. Eğer anda kalmaya kendimizle ilişkimizden başlarsak, karşımızdakileri de âna çekme gücüne kavuşuruz. O yüzden anda kalmanın başlangıç noktası kendimizle ilişkimiz.
BÜYÜK FELAKETLER VE TRAJEDİLER, ASLINDA EN ÇOK ANDA KALABİLİRSEK GERİDE BIRAKILABİLİR
– “Kötü haberlere rağmen anda kalmak” diye bir başlığınız var. Çokça kötü haberler aldığımız şu dönemde sohbetimiz bu konu üzerine derinleşsin isterim. Neler söylersiniz?
İyi haber, genellikle haber değildir. Bugün dünyaya milyarlarca kişinin mutlulukla uyandığını, milyarlarca kişinin sağlığının yerinde olduğunu haber olarak alamazsınız mesela. Çoğunlukla kötü haberin haber değeri taşıması, insan zihninin kötüyü öncelikli olarak seçmesiyle de ilişkilidir. Bu zincire şöyle bir halka daha eklenir: Kötü olanı seçmekle kalmaz, onu tek gerçek sayarız. Böylece ânın dışına düşeriz ve bu yüzden iyi olan ne varsa hepsini yok saymaya meylederiz. Başka bir deyişle, iyi haberler verildiğinde artık onları görmez, “Bir köpeğin adamı ısırması değil, adamın birinin köpeği ısırması haberdir.” Ardından, yine eskilerin bir deyişini aklımızda tutmaya karar verebiliriz: “Kötü haber tez duyulur.” Son olarak bu iki sözü birleştirip bir sonuca varabiliriz.
– Nedir o ulaşılan sonuç?
İşin sırrı, tasarımı gereği kötü “haber”e odaklanmış zihnimizi bu gerginliğinden farkındalıkla kurtarmakta saklı. Abartılı ve hırpalayıcı bir tehdit modunda çalışan zihnimiz, sadece anda kaldığımızda sakinleşir. Ardından, iyi olduğu hâlde göremediklerimiz ya da iyiye gittiği hâlde fark edemediklerimiz hissedilir, görünür, duyulur ve yaşanır hâle gelir. Dahası, ânın aslında sayısız iyi “haber” i barındırdığını farketmemiz ancak ondan sonra mümkün olur.
– En son yaşanan İzmir depremi, hala devam eden virüs salgını… Anda kalmak bugünlerde daha da zor ve bir o kadar önemli değil mi?
Evet. Gerçekten de çok zorlayıcı bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemde korku, endişe ve gelecekle ilgili kaygıların ön plana çıkacağını bilmek ve bunu insan oluşumuzun doğal bir uzantısı olarak görmek önemli. Tam da bu farkındalıkla anda kalabilmek, bize anın içinde var olan sağduyu, cesaret ve güç gibi kaynaklarımızla bağlantıda kalabilmeyi sağlayacaktır. Anın dışına düştüğümüzde de, bunun insana özgülüğünü kabul etmek tekrar ana dönebilme şansını bize verir. Yani büyük felaketler ve trajediler, aslında en çok anda kalabilirsek geride bırakılabilir.
– Örnek hikâyelerle anlatıyorsunuz nasıl anda kalacağımızı. Yaşanmış bir hikâyeyi okumak insana, “Ben de baş edebilirim.” gücü mü veriyor? İlhamınız bu muydu?
Evet, hikâyeleri kurgularken özellikle hepimizin her gün karşılaştığımız olaylardan ilham aldım. İstedim ki okur kolaylıkla bu kahramanların yerinde olduğu durumları fark etsin. Ardından gelen analiz/ açılım bölümüyle de bir çıkış yolu olduğunu görsün, ilişkilere dair umudunu diri tutabilsin bu sayede.
İLİŞKİLER ZAMANLA DEĞİL, ANDA KALMAYA KALMAYA YIPRANIR
– Her zaman da iyi hissetmek mümkün değil ya hani, bazen zaten hissetmeyelim. Canımız yandığında onu da yaşamak gerekiyor diye düşünüyorum. Sürekli iyi hissetme çabasının da insanın üzerine bir yük bırakması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kesinlikle haklısınız. İnsan, içinde bulunduğu, kaldırmakta güçlük çektiği andan kaçmakla o anki acısından da kaçıp kurtulabileceğini düşünerek yanılır genelde. Oysa tam tersi doğrudur. O ânın gerçeği neyse onunla yaşamak; o gerçek acıysa o acıyı hissetmek, idrak ve kabul etmek; o acıdan kaçmaktansa o âna ve duygusuna teslim olmak; böylece o duyguyu yaşamaya ve yaşadıkça da tüketmeye başlamak, andan kaçarak acımızı çoğaltmaktansa anda kalarak acımızı azaltmayı seçmektir.
– Çözüm yine zaman mı peki?
Evet, “Zaman her şeyin ilacıdır.” demişler. Bunu diyenler, zamanın anbean, kesintisiz akışını kastetmiş olmalılar. Ancak ve ancak zamanın iyileştirici akışını geçmiş ve geleceğe kaçarak sekteye uğratmazsak onun acımıza ilaç olmasını sağlayabiliriz.
– İletişimin insanın hayatında en önemli dertlerinden biri olduğunu düşünürüm hep. İletişim kurma konusunda, belki de toplumsal olarak sorunumuz nedir?
Toplum olarak, ilişkiler zamanla yıpranmaya mahkûm olduğuna inanıyoruz mesela. İlişkiler zamanla değil, anda kalmaya kalmaya yıpranır. Ne zaman ki bunu fark eder, kendimizle ve karşımızdakiyle ânın içinde kalarak iletişim kurmaya başlarız, kendimizi de birbirimizi de anlar hâle geliriz. İlişkilerin yıpranmaya mahkûm olmadığını, hayatınsa söylendiğinden çok daha geniş ve yaşanası olduğunu hissederiz. Yitip gittiğini sandığımız umudumuz içimizde tekrar yeşerir. İşte bu kitabı, bu umudun tazelenmesi için yazdım.
– Peki bir uzman olarak hayata karşı duruşumuzda neredeyse tüm sorunlarımızın aile kaynaklı olduğunu düşünür müsünüz?
Kuşkusuz içine doğduğumuz aile, bize kendimiz ilk yansıtan yer olduğu için sevgi, güven, kendini değerli hissetme gibi temel kavramlarımızı kazandığımız yer. Bu yüzden de ebeveyn olmanın getirdiği bu bağlamda bir sorumluluk var. Anne-babaların en başta kendilerine ve çocuklarına verebilecekleri en büyük yaşamsal yetkinliklerden biri anda kalabilme becerisidir. Bu konu benim çok önem verdiğim bir konu. Bu yüzden kitapta çocuklarımızla anda kalmanın önemi ve ebeveyn olarak korkularımıza rağmen nasıl anda kalabileceğimize dair bölümler yazdım. Yine bu çerçevede öğretmenlerimizi de çocuklarımız üzerindeki çok büyük etkilerinden dolayı önemli buluyorum. Kitapta bu yüzden anne babalara yönelik bölümler olduğu gibi öğretmen- öğrenci ilişkisi üzerine hikayeler de yazdım.