Yürümeyi Yeniden Öğrenmek
Değerli dostlarım,
Bir süredir sizlere paylaşım yazılarımı gönderemedim. Bunun sebebi sekiz hafta önce ayak bileğimin kırılması ve ardından gelen süreçti. Yolda yürürken, açık bırakılan bir çukura ayağım girdi ve sağ ayak bileğim kırıldı. Ayağım dize kadar alçıya alındı ve doktorlar, altı hafta bu ayağımın üzerine hiç basmamam gerektiğini, aksi takdirde vücudun tüm ağırlığını taşıyan bilek kemiğinin yanlış kaynayabileceğini söylediler.
Sağ ayağım tamamen devre dışı kalmıştı. Bir süreliğine onu hiç kullanmadan yaşayacaktım. İşte yaşamımda yepyeni ve tadını önceden hiç bilmediğim bir dönem de böylece başladı.
Hayatım boyunca, üzerinde hiç düşünmeden her organımı rahatça kullanmaya alışmıştım. Daha önce hiçbir yerim kırılmamış, büyük bir ameliyat geçirmemiştim. İtiraf etmeliyim, daha önceleri ara ara aklıma ne kadar sağlıklı olduğum geldiğinde, kendimi çok şanslı bulurdum. Diğer taraftan da, vücudumun her organının benim için sağlıkla çalışması, benim alıştığım ve hep böyle süreceğini varsaydığım bir durumdu.
Kırıkla birlikte, sağ ayağım bir süreliğine benden izin istedi ve kenara çekildi. Bu, tek ayak üstünde durmak, evin içinde kısa mesafeleri koltuk değneğiyle hoplayarak kat etmek demekti. Tek ayak pozisyonu çok dengesiz olduğu için de, bunu ancak kısa süre yapabilmek, onun dışında evden dışarı çıkmamak demekti. Dengem tam olmadığı için ev içinde hareket ederken de eşim, çocuklarım veya yardımcımın bana eşlik etmesi gerekiyordu. Tuvalete giderken de bu geçerliydi. Yalnız banyo yapabilmem söz konusu bile değildi.
Doğal olarak, her türlü ev dışı programım devre dışı kaldı. Daha önce ev içinde yaptığım neredeyse tüm faaliyetler de durdu. Sadece en gerekli ihtiyaçlarım için hareket ediyordum.
Her şeyi kendi yapmaya alışık, ailedeki herkes için de organizasyon yapan biri olarak önce bir şaşkınlık yaşadım. Hayatı kenardan seyretmek, yavaş hareket etmek durumundaydım. O güne kadar elimden geldiğince uygulamaya çalıştığım, danışanlarıma yaşamsal önemini hep vurguladığım “ anda kalabilmek” kavramı tam anlamıyla hayatımın merkezine oturmuştu. Gerçek anlamda anda kalmaya, o anın benden istediği her ne ise onu yapmaya, önümüzdeki günler, haftalar için endişelenmemeye karar verdim. Zaten, o andaki bana huzur getirecek tek seçeneğimin bu olduğunu da biliyordum.
Artık hayatımı çok yavaş hızda yaşıyor, sadece kendi merkezimde kalıyor, yapmam gerekenleri de en sade haliyle yapıyordum. Eskiden aynı anda birçok işi halletmeye çalışırken, şimdi artık bunun mümkün olmamasından dolayı bir anda tek bir işi yapıyor, bu sırada da yavaş hareket ediyordum. Fiziksel durumum, benim iç dünyamı ve etrafımda olan biteni de daha yavaş, daha sindirerek gözlemlememi sağlıyordu. “Geçmiş olsun” telefonu açan arkadaşlarımla zaman kaygısı olmadan sohbet ediyor, aylardır görmediğim ziyaretime gelen arkadaşlarımla içtiğim kahvenin tadına varıyordum. Oğlum okuldan eve her geldiğinde beni artık hep evde bulduğu için çok sevinç duyuyor, ben de böylesine bol ve yoğun zamanı onunla geçirdiğim için çok mutlu oluyordum.
Yaşadığımız her şeyin bir sebebi olduğuna inanan biri olarak, bu bilek kırığının da, bana daha önceleri görmediğim bir şeyleri göstereceğini biliyordum. Aradan sekiz hafta geçti. Altı hafta bittiğinde alçım çıktı. Şimdi koltuk değnekleriyle yürüyorum. Her geçen gün ayağım hızla düzeliyor. Biliyorum ki çok yakında sevgili sağ ayağım sol ayağımın eşit bir partneri olarak vücuduma destek veriyor olacak. Tüm bu süreçten öğrendiklerim de yaşam boyu benimle kalacak.
Benim bu yaşadıklarımdan aldığım ve bu yazıda sizlerle paylaştığım “armağanlar öğretiler” özetle şunlar:
- 1. Bazen kendimizi ve hayatı anlamamız için evren bize değişik fırsatlar sunuyor. İlk bakışta “kaza, sıkıntı, engel” gibi görünen olaylar, aslında, sakin kalıp bakabildiğimizde bize verilen armağanlar.
- 2. Vücudumuz, yaşamda ruhumuzu ve zihnimizi bütünleyen en önemli yoldaşımız. Ne kadar değerli olduğunu, vücudumuzda bir fiziksel aksaklık olunca anlıyoruz. Ona sadece hastalanınca değil, sağlıklıyken de hak ettiği değeri vermek önemli.
- 3. Tempomuzu yavaşlattığımızda algılarımız daha çok açılıyor, kendimizin ve çevremizdekilerin daha çok farkında oluyoruz.
- 4. Anda kalındığında, her durum (fiziksel sorunlar bile) daha dayanılır hale geliyor.
- 5. Hayatı sadeleştirdiğimizde yaşanılan her tecrübenin tadı daha çok çıkarılıyor.
- 6. Etrafımızdakilere kendi sorumluklarını geri verdiğimizde alma- verme dengesi yerine oturuyor. Herkes daha doyumlu ve mutlu oluyor.
Bir sonraki yazımda, vücudumuzun niye çok değerli olduğuna ve “alma-verme dengesi”nin mutluluğumuzu nasıl etkilediğine sizlerle daha yakından bakmak istiyorum.
Son olarak, “Zorluklar insana kendini tanıtır.”
Anonim
Sağlıkla kalın,